26 Haziran 2012 Salı

Işıltılı,rengarenk ve vazgeçilmez...

Hiç hayallerinden vazgeçtin mi sayın okuyucu? Kendinden bir parçayı terkettin mi?
Belki etmişsindir,daha somut ve sonu olanlar uğruna...Uçlardan vazgeçmişsindir,orta çizgiyi tutturmak daha kolay diye...

"Neyime yetmez ki?"diye düşünmüşsündür belki,zaten ulaşabileceklerin varken.Ve böylece ortalamaya yaklaşıp daha çok kabul görmeye başlamışsındır,aslında kendini unuturken...

Ya da...

Hiçbir hayalinden vazgeçmemişsindir,onların parlak renklerine ve ışıltılarına kaptırırken kendini...
Önünde gidebileceğin makul yollar varken,sen bıkıp usanmadan,inatla bambaşka bir yol açmaya çalışmışsındır kendine,etraftakilerin şaşkın bakışları altında...

Bir sonu 'olmama' olasılığının 'olmasına' göre çok daha yüksek olduğunu kendine itiraf etmekte bile zorlanırken,bunu insanların bakışlarında görmüşsündür belki...Ve inadın daha da artmıştır bu bakışları farkettikten sonra, "imkansızı" istemek daha çekicidir ne de olsa...

Seni bilemem sevgili okuyucum,ama ben 21'inde,hala hayalperest ve şu cümleyi söyleyecek cesareti olanlardanım: "Ben istediğimi alırım!"

23 Haziran 2012 Cumartesi

Sen...

Sen bambaşkasın,bir araya gelmez denilenleri kendinde toplayan sonsuzluksun...

Kocaman bir boşluksun bazen,kurtulup ışığa kavuşmaya çalıştığımız...
Hüzünsün,içten içe acıtan ve bir an önce bitmesi için dua ettiğimiz...
Matemsin,yüreğimize çöküp bizi ağırlığıyla ezen ve hiç sona ermeyecekmiş gibi gelen...

Ama aynı zamanda...

Asaletsin,herkesin gıpta ettiği ve arzuladığı nadir ışıltı,güzelliğin vazgeçilmez parçası...
Güçsün,gizlice arzulanan,alenen kıskanılan o çekici tehlike...
Yalnızlıksın,yorucu kalabalıktan uzak,azı karar çoğu zarar bir sessizlik...
Gecesin,uzun ve hep ışıklarla dağılan görkemli bir gölge...

Sen bunların hepsinin en güçlü sembolü,insanların karanlık cennetisin...

Sen "SİYAH"SIN...


21 Haziran 2012 Perşembe

Dünya sadece çizgi çizgi değilmiş meğer...

"Dünya"nın özellikleri nelerdir sayın okuyucu? Hemen söyleyeyim:
"Dünya,kutuplardan basık ve ekvatorda şişkindir.Ayrıca,üzerinde meridyen ve paralel denilen bir sürü göremediğimiz çizgi vardır."

Bunları ilköğretim üçüncü sınıftan on ikinci sınıfa kadar her yıl duydum.Şimdi ise,üniversitedeki üçüncü yılımı bitirdiğim yaz "dünya"nın farklı bir özelliğinden söz edeceğim :)

Bence "dünya" her an yedi milyara yakın farklı oyunun oynandığı muhteşem bir tiyatrodur.

Bu tiyatroda herkes kendi 'senaryo'sunu kendisi yazar; mutluluklarını,hüzünlerini, isteklerini, beklentilerini,aşklarını,sevdiklerini,sevmediklerini,ve kendisine dair daha pek çok şeyi bir araya getirir birbirinden değerli cümlelerinde...

Senaryosunu yazdıktan sonra,sunulan malzemelerden kendisine en uygun olanları seçer ve 'dekor'unu oluşturur.Zordur bunu yapmak, her detay ayrı bir anlam taşır;bunun yanında,dekor oyuncuya ve senaryoya layık olmalıdır.

Son olarak sıra 'kostüm'e gelir.Bunun için renkler ve malzemeler seçilir önce,daha sonra oyuncuya,senaryoya ve dekora birebir uyumlu kostüm dikilir.

Artık herşey hazırdır...Oyuncu kostümünü giyip,kendisi için dekore ettiği sahnesine çıkar ve kendi senaryosunu oynar...

Sadede gelecek olursam sevgili okuyucum,
senaryon yaşadıkların,
dekorun başardıkların,
kostümün duruşun,
oyunun hayatındır!

Şimdi sahne senin!

19 Haziran 2012 Salı

Oyun ve Joker

Hayatı, bir "kazanma ve kaybetme süreci" olarak sınırlayıp,senden bunu tek bir sözcükle ifade etmeni istesem ne derdin sayın okuyucu?

Evet çok karmaşık ve şu an aklından bir sürü sözcük geçtiğini tahmin edebiliyorum. Beklentilerin, arzuların,yaşanmışlıkların ve yaşam tarzın seçtirecek sana sözcüğünü.

İşte benim sözcüğüm! Bence hayat bu açıdan bir "oyun"dan ibarettir. Herkese sadece bir el kağıt dağıtılan,ve kazanmanın ya da kaybetmenin birer tercih olarak sana bırakıldığı bir oyun...

Doğarak dahil olduğun bu oyunda yapman gereken ilk şey kuralları hazmetmektir. Yaşayacak, büyüyecek,kazanacak,kaybedecek,yaşlanacak ve öleceksin. Kimse için değiştirilmeyecek bu kurallar, o nedenle şanslarına ve kazanımlarına dayanarak herhangi bir kural için sana torpil yapılmasını bekleme.

Yapman gereken ikinci şey,bu oyunu asla hafife almamaktır. Çünkü bunu yaptığın an, herşeyden vazgeçtiğin ilk dakikadır.

Yapman gereken üçüncü şey ise, kendi kartların arasındaki gizli jokerleri bulmaktır; ki bu, diğer ikisi tarafından desteklenen en önemli adımdır.

Eğer bu jokerleri fark edemezsen, "kazanmak" ve "kaybetmek" kuralları arasındaki dengeyi hiçbir zaman sağlayamaz ve kaybettiğin her kart için "feleği" "kahpe" olmakla suçlarsın!

Jokerleri görmeyi başarırsan ise, farkedeceksin ki o kartlar sana farklı kapıları açabilmek için verilen şanslardır. Çünkü Tanrı asla yarattıklarına boş yere bedel ödetmez.

Ve bizim "kazanmak" ve "kaybetmek" diye bahsettiğimiz kurallar, tek bir cümlede dengeyi bulur: "Herkes sahip olduklarının bedelini öder."

O nedenle, kendi adına üzüldüğün herşeyi bir kenara bırak ve ayağa kalk! Önümüzde zorlu ve zevkli bir oyun, elde edilecek çok hedef, ödenecek çok bedel var!

13 Haziran 2012 Çarşamba

En küçük şişe ve en güçlü formül

İşlediği ilk günahtan sonra başladı insan "küçük şişe"yi aramaya.İçindeki sihirli formülden bir damla içerek "yüzleşme"den kaçmaya çalıştı. En büyük rüyalarından biri oldu o formül ve destanlarda yazıldı, doğanın armağanları arasında arandı.

Ama kimse bulamadı onu. Bir süre sonra da herkes vazgeçti bu arayıştan ve en iyi yolun "zavallı ruhlarının affı" için yakarmak olduğunda karar kıldılar.Sonra, işledikleri ve işlemedikleri, ellerinde olan ve olmayan her hata için yüzyıllarca yalvardılar. Kendi ruhlarına verilen o büyük güçleri ve değeri görmekten korktular,onları "doğru yoldan" ayırır diye.

Ve fark edemediler aslında o formülün kendilerinde gizli olduğunu...

Halil Cibran'ın dediği gibi... "Benim varlığımın sonu yoktur. İnsanın ruhu, Tanrı'nın yaradılışta kendinden ayırdığı meşaledir."

7 Haziran 2012 Perşembe

"Doğa"nın madalyonu

Sorguluyor  insanoğlu başına gelen felaketleri... Enkaz altında ya da sokaklarda akan derin sularda hayatlarını kaybedenlere ağlıyor... "İsyan etmemek" için birbirini telkin ediyor, karşı gelinmez diyor, "kader böyleymiş"!

Her zamanki gibi, madalyonun diğer yüzünü çevirmeden, bütün eylemlerine "kader" kılıfını giydiriyor şuursuzca, kendi yaptıklarını görmezden gelirken... Halbuki Doğa ana senelerdir katledilen evlatlarına, düştüğü her yeri yakan gözyaşlarıyla ağlıyor. Bir yandan da merhamet ediyor insanlara, kendilerini kapattıkları hapishaneleri büyük bir zevkle inşa ettiklerini gördüğü için...

Ama artık vazgeçti Doğa ana kendisine acımayana acımaktan.Silin gözyaşlarınızı,çünkü daha yeni başlıyoruz...

3 Haziran 2012 Pazar

Asalet...


Asalet, sahip olabileceğiniz en şık kıyafettir. “İddiasız” bir “iddia” ya sahip olabilmektir. Ve eğer ona “gerçekten” sahipseniz, şanslı olan azınlığa dahilsiniz demektir…

            Elde edilen hiçbirşey, “asalet” e sahip olacağınız anlamına gelmez; etiketi kaç basamaklı olursa olsun. Çünkü insan; onurlu, dürüst ve cesur olabildiği ölçüde asildir.

            İstediğiniz kadar “giyinin”, eğer herşeyinizi kaybetme riskini alarak, doğru bildiğinizi savunacak kadar dürüst ve cesur; ve hedeflerinizi gurursuzlukla elde etmeye çalışmayacak kadar onurluysanız, “gerçekten” asilsiniz demektir…

            Ve şuna yürekten inanın… Eğer “asalet” bu kadar nadide olmasaydı, insanlar binlerce dolarlık maskeler kullanarak ona sahip olduklarını “iddia” etmeye çalışmazlardı…