Merakımız
ve küçümseme duygumuz benliğimizi ele geçirdiğinde büyük bir zevkle “acırız”
karşımızdakine, kendi acizliğimizi görmeden…
Bir süre sonra bu uğraş sıkıcı geldiğinde ise hazırdır hemen
bahanemiz,acımak dini olarak tasvip edilmemektedir…
Aslında
biz bile bilemeyiz neden küçümsediğimizi, düşünmeyiz hiç.Nelerdir
acımanın,küçük görmenin kriterleri? Her insan değerli değil midir kendisi
olduğu için? Hep savunmaz mıyız farklı renklerin toplumun zenginliği olduğunu?
Biraz
düşünürsek bu konu üzerine,farkederiz ki;Acırız,çünkü acemiyizdir,ayırt
edemeyiz ilk bakışta cesur olanı korkaklardan,akıllı olanı aptallardan ve
cömert olanı cimrilerden…Ya da acırız,çünkü değer vermeyiz insanın
ruhuna,kıyafetine verdiğimiz kadar…
Önemli
olan aklı,düşünceyi değil,bedeni giydirmektir bizim için… Aklı ne kadar çıplak
olursa olsun,eğer bir adam “giyinmiş”se, o’dur makbul olan.Ve bu adamın
hakkıdır “giyinmemişlere” acımak,zihinlerini görmeden…
İnsan
acır karşısındakine,çünkü kendisi mükemmeldir, kusursuzdur…mükemmel bir ailede
doğmuş,en iyi eğitimi almış,bir elin parmağını geçmeyecek kadar ünlü kolejlerde
okumuş ve çok kar getiren anlaşmaların altına imzasını atmayı hep bilmiştir…Ya
da acır karşısındakine insan, çünkü o kadar dardır ki dünyaya bakış açısı,değil
bunlara sahip olmak,bunların hayatına getireceği olgunluğu hayal bile
edememektedir…
Kısacası…Acır
karşısındakine insan,çünkü hayatı boyunca dönüp aynaya bir kez bile
bakmamıştır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder